Sayfalar

9 Mart 2010 Salı

Kendiliğinden, ani, sessizce ama derinden...

Ne zaman bırakmıştım yazmayı? Nedeni neydi? Bu sorular sorulana kadar farkında değildim aslında neyi bıraktığımın da, neden bıraktığımın da! Farkında olmadığım, şimdilerde hatırlayamadığım bir sürü nedeni vardı aslında...

Ama bu soru sorulduğunda, gözümdeki sis perdesi aralanmaya başladı. Bir süredir gördüğüm her şey, baktığım her yer fluydu. Net olan sadece seslerdi. Duyduklarım zaman zaman benim dışımdaydı. Ama çoğunlukla da içimde. Hepsi de çok nettiler!

Bu soruyla netlik, önceliğini kelimeler aldı. Sis bulutu dağılmaya başlamıştı. Artık duyduklarım kadar gördüklerimde netleşiyordu. İçimde özenle sakladığım kelimeler, birbiri sıra diziliyor ve kontrol edilemezcesine büyüyordu içimde. Artık sadece kendime saklayamazdım hiçbirini. Biliyordum. Hissediyordum.

Zamanı gelmişti. Kelimelerimin üzerinden, süresini bilmeden örttüğüm örtüyü kaldırdım. Kelimelerim özgürdü artık. Ama zamansızlıkta ürkekleşmişlerdi. Cesaretlendirilmeye ihtiyaçları vardı. Kapı eşinde son bir gayret, cesaret rüzgarını bekliyorlardı, adım atabilmek için. Uçmaya hazırdılar. Ama işte körelmişliğin pençesinde bir tek dokunuştu bekledikleri...

Zaman yoktu artık! Zaman dardı. Zaman çok yaklaşmıştı. Kendi zamansız dünyasından, şimdiye yol alma vaktiydi. Hazır körelmişliğin, hazır heyecanın getirdiği nefes ritimsizliği de ritmini bulmuşken, çanlar çalmaya başlamıştı.

Hazırdı. Zamansızca tek başına dinlediği yaşanmışlıkları dinlemek, artık karşı kıyının işiydi. Şimdi özgürce o rüzgarla dans etme vaktiydi. Kendisi bile farkında değilken, şiir gibi bir dans başlamıştı bile. Kendiliğinden, ani, sessizce ama derinden...

PS: Anın içinde soru sorarak dürten aylinse; sana, bana ve daha nicesine...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder